28 Eylül 2012 Cuma

Konsantrasyonsuzluk



Galatasaray, bu sezon açık ara en kötü futboluyla Ordu'da 3 puanı bıraktı. Ordu'yu tebrik etmek lazım. Daha iyi konsantre olan, daha akıllı oynayan ve rakibinin zaaflarından daha iyi faydalanan bir takım olarak haklı bir galibiyet elde ettiler.

Zaten akıllarının hafta içinde oynanacak Braga maçında olduğunu kabak gibi belli eden Galatasaraylı oyuncular yedikleri erken golle dağıldı. Daha golün şokunu atlatamadan Hamit'in sakatlanıp oyundan çıkmasıyla da orta sahada iki yönlü oynayabilen yaratıcı güç sayısının azalmasıyla Galatasaray birden direnci düşük bir takım hüviyetine büründü. Sonuçta Aydın'dan Hamit'in verdiği defansif katkıyı beklemek hayalcilik olur. Sol kanatta da Amrabat gibi defansif anlamda Aydın'dan bile zayıf bir oyuncu bulununca da en önemli silahı olan orta sahayı kaybetmiş bir Galatasaray izlemek zorunda kaldık. Belki burada Aydın yerine Emre Çolak değişikliği daha iyi bir sonuç verebilirdi.

Bu arada hemen hemen her karşılaşmada sol kanadın uyarı vermesi düşündürücü. Zaten ağır olan Hakan Balta'nın, Amrabat'tan istediği yardımı alamaması sebebiyle önünde oynayan futbolcular maçın yıldızı oluyorlar. Nitekim bugün de Umbides, hemen hemen her fırsatta Hakan Balta'ya zor anlar yaşattı. Amrabat, bırakın ekstradan defansif katkıyı kendisinden beklenen kanat bindirmelerini de yapamayınca yerini Emre Çolak'a bırakmak zorunda kaldı.

Maçın ikinci yarısı biraz daha istekli biraz daha etkili bir takım izler gibi olduk ancak yenilen ikinci golden sonra maç tamamen bitti ve gözler Braga maçına çevrildi. Böylesine kötü bir futbolun ardından Galatasaray'ın Braga maçı öncesinde mağlubiyet alması bir bakıma iyi olabilir. Bu maçtan kötü oyunla birlikte 3 puan alınması durumunda yanıltıcı bir özgüvenle Braga maçına çıkar ve hüsrana uğrayabilirdik. Ancak mağlubiyetin yarattığı soğuk duş etkisiyle hatalar üzerine daha fazla çalışılacak, daha iyi konsantre olup Braga maçına daha hazır bir şekilde hazırlanacaktır.

27 Eylül 2012 Perşembe

Bilet Fiyatı Sorunsalı

Bugün gündeme düşen bilet fiyatları sorunsalından sonra Avrupa'daki birkaç takımın bilet fiyatına bakmaya karar verdim. Şöyle bir tablo ortaya çıktı:

TakımlarEn Ucuz BiletRakip
Barcelona 42,94 TL Celta Vigo
Real Madrid 67,8 TL Deportivo
Malaga 49,72 TL Real Betis
Milan 38,42 TL Juventus 
Schalke 04 51,98 TL Montpellier
Lille 22,6 TL Ajaccio
PSG 40,52 TL Reims
Galatasaray 40 TL Akhisar
Fenerbahçe 33 TL Mersin İ.Y.
Beşiktaş 35 TL Elazığspor


Yukarıdaki tabloda Avrupa'nın elit liglerinde yer alıp Şampiyonlar Ligi'nde yoluna devam eden ve 3 büyük kulübümüzün mevcut rakipler karşısındaki bilet fiyatları yer almakta. Özellikle derbi maçları veya katma değeri çok yüksek maçları seçmemeye özen gösterdim. Tabi burada Milan-Juventus'u ayırmak gerekiyor. Bu karşılaşmayı alma sebebim bilet fiyatının gerçekten ucuz olması.

Saf bilet fiyatları üzerinden yorum yapacak olursak yine ülkemizdeki bilet fiyatlarının olması gerekenden biraz fazla olduğunu söyleyebiliriz. Ancak işin içine kalite girdiğinde -yani gerçek futbol değerleri üzerinden konuştuğumuzda- farkın çok daha fazla açıldığını görebiliyoruz.

Evet, Anadolu kulüpleriyle yapılan deplasman maçlarında bilet fiyatları her seferinde fantastik seviyelere çıkıyor ve buna anında itiraz ediyoruz. Peki aynı itirazı neden tuttuğumuz kulüplere yapmıyoruz?

Mesela Galatasaray'dan başlayalım. 90 dakika boyunca Galatasaray ile Barcelona'nın size sunduğu oyun aynı mı ki bilet fiyatları kafa kafaya oluyor? Fenerbahçe veya Beşiktaş, Lille'in vadettiği oyundan daha fazla neyi vadediyor da bilet fiyatı daha fazla olabiliyor? Sorgularken biraz da bu taraftan bakmak lazım sanki.

Bu da aradaki farkı görünce Gilbert Arenas'ın verdiği anlamlı tepki:




Kasımpaşa Yönetiminin Tatlı Su Kurnazlığı



Yıllardır yapılan büyük takımlarla yapılan maçlardaki fahiş bilet fiyatı uygulaması yine patlak verdi. Önce Niğde Belediyespor - Beşiktaş maçında Niğde Belediyespor kulüp başkanı bilet fiyatlarını ucuz tuttuklarını söyleyip 75-100 TL'ye sattı maç biletlerini. Üzerinden iki gün geçmeden Tribündergi'de okuduğum bir haberle Kasımpaşa'nın da Niğde Belediyespor gibi tatlı su kurnazlığı yaptığını gördüm. Görüş açısı olarak stadın en kötü yerinde bulunan misafir tribünü bilet fiyatları 80 TL olarak belirlenmişler. Böyle bir açgözlülük yok. Stadyumun, oynanan futbolun kalitesi ortadayken bu fiyatlara maç izlemek zorunda kalmak gerçekten çok üzücü.

Geçtiğimiz hafta Borussia Dortmund taraftarları, Hamburg'la yapacakları deplasman maçı öncesinde Hamburg'un bilet fiyatlarını 14 Euro'dan 19 Euro'ya çekmesini protesto etmişti. Ben demiyorum bunu da goal.com diyor. İki ülke futbolunun, stadyum kalitesinin farkı ortadayken aynı farkı nedense bilet fiyatlarında göremiyoruz. Bu arada B. Dortmund kulübü de iç saha maçlarında deplasman taraftarlarına maç biletlerini 15.3 Euro'ya satıyor.

Özellikle Anadolu kulüplerinin büyük takımlarla yapacağı maçlarda yaptığı bu bilet fiyatlarındaki değişikliklere karşı TFF'nin bir önlem alması gerekiyor. Artık bunu bilet fiyatlarına standart getirerek mi yaparlar yoksa kombine bilet fiyatına göre oranlayıp maksimum bilet fiyatı uygulamasına mı geçerler onu bilemem ancak kombine bilet fiyatı 150 - 500 TL arasında değişen Kasımpaşa'nın Fenerbahçe maçı öncesinde biletleri 40 - 120 TL'den çıkarması gerçekten çok komik. Hani kafa olarak kaz bulduk yolalım zihniyetine sahiplerse eğer bu kafayla ileride yolacak kaz bile bulamayacak bunun bile farkında değiller.

26 Eylül 2012 Çarşamba

Camp Nou İnşaatından Görüntüler

Camp Nou, yani Katalanca Yeni Stad. Fotoğraflar 1981 yılında 1982 Dünya Kupası için yapılan kapasite arttırımı çalışmaları sırasında çekilmiş.



24 Eylül 2012 Pazartesi

Küs Değiliz Pozu


Kaptan Casillas ve Cristiano Ronaldo, Vallecano galibiyeti sonrası bu pozu vermişler. Hafta arasında Portekizliler ile İspanyollar arasının soğuk olduğunu iddia eden haberlerden sonra bu fotoğrafın servis edilmesi biraz manidar olmuş...

Rotasyon: Galatasaray - Akhisar

İddaacılar bilir. Birçok takım, Avrupa kupaları öncesinde yada sonrasında genel olarak ya çok zor kazanır yada sahada puan veya puanları bırakır. Kuponlarda ise bu haftalarda ya Avrupa kupalarında mücadele etmeyecek takımlar yada elinde rotasyon yaptığında dahi kalitesinde dalgalanmalar yaşamayacak takımlar tercih edilir.

İşte Galatasaray'da yukarıda bahsettiğim ikinci kümeye ait takım olma yolunda ilerliyor. Bu testten geçtiğini kabul edebilmemiz için Akhisar'dan daha dişli bir rakibe karşı performansını da beklemek gerekebilir yinede süreç pozitif ilerliyor.

Manchester United deplasmanı sonrası rotasyonu hepimiz bekliyorduk ancak en azından ben bu kadarını beklemiyordum. İleriden geriye doğru değerlendirecek olursak mesela Sercan Yıldırım'ın oynamasını beklemiyordum. Umut'un sakatlık sonrası riske edilmeyeceğini ve ileri ikilinin Elmander ve Burak ile oluşturulacağını düşünüyordum. Hem Fatih Terim'in tercihi hem de Sercan Yıldırım'ın performansı beni çok yanılttı. Özellikle Burak'ın ikinci golünde verdiği pas gerçekten üst seviyeydi. Ayrıca tek pas oyununu da çok iyi oynayarak takımın kontra atak gibi görünen hızlı ataklar geliştirmesini sağladı. Necati'nin ayrılmasından sonra çeşitliliği azalan hücum açısından sevindirici bir durum. Burak ise geçtiğimiz sezon kaldığı yerden devam ediyor. Ancak rolünde ince bir nüans var ki stadda herkesin hemfikir olduğu konuydu bu. Skoru 2-0 yapan golde Sercan'a yaptığı asistten bahsediyorum. Golden birkaç dakika sonra hemen hemen herkes Burak, aynı pozisyonu Trabzonspor'da yakalasaydı şut çekerdi yönünde fikir belirtti. Benim de aklıma iki seçenek geldi. Ya Burak, takımın bir parçası olduğunu hissettiği için pası denedi ve Sercan'ı da bu çemberin içine dahil etmek istedi yada üzerine yapıştırılan bencil, kendini yere atan oyuncu profilinden sıyrılmak için bir nevi ''halkla ilişkiler'' çalışması yaptı. İkincisi tamamen komplo teorisi :) ben ilkine inanmak istiyorum. 

Orta sahaya gelelim herhangi bir sürprizle karşılaşmadım. Beklenen(beklediğim) dörtlü vardı sahada ancak Emre Çolak'ın özellikle ikinci yarıda sol kanattan bindiren Riera'yı görmemesi ve önü kapalı olmasına rağmen şutu denemesini yadırgadım. Bu ve bunun gibi pozisyonlarda şut çekip pozisyonu öldürmek yerine pas kanalını düşünürse üst düzey bir oyuncuya evrilebilir. Ayrıca asisti düşünerek taraftarın gözündeki sempatisini de artırabilir. Aynen bu maçta Burak ve Hamit'in yaptığı gibi. Hamit demişken, Manchester United maçından sonra da şahane oynadı. Takıma alışıyor. En önemlisi fizik olarak her maç üzerine koyuyor. Şuan için olabildiğince dakika alması gerek ve Fatih hocada kendisini mümkün olduğunca çok sahada tutmaya çalışıyor. 

Savunmada ise Cris hatasızdı. Dany'nin ise biraz törpülenmeye ihtiyacı var. Manchester United maçında daha sistematik, şablon üzerinden bir futbol oynadığımız için roller de buna bağlı olarak gayet keskindi ve Dany'de maçı ''basit hata''sız tamamladı. Ancak yerel maçlarda ise Dany, özellikle riskli bölgedeki bire birlerde kendine olan güveninden dolayı topla çok fazla vakit geçiriyor ve bu da tehlikeli anlar yaşamamıza sebep oluyor. Bu konudaki defonun üstesinden gelebilir. Maçta gösterdiği artı değer ise ileri çıkışlarıydı Kamerunlu futbolcumuzun. Bir kanat beki gibi ok gibi fırlayarak sol kanattan ileri çıktığı bir pozisyon vardı ki Emre Çolak kendisini görse en az iki futbolcumuzun topu boş kaleye yuvarlamasını sağlayacak asisti yapabilecekti. Bu tip ileri çıkışları özellikle iç sahadaki lig maçlarında daha sık yapabilir. 

Muslera'ya dönelim. Arka arkaya ikinci lig maçında da kalesini gole kapadı. Sezonun ilk maçlarında geçtiğimiz sezon gösterdiği performanstan biraz uzakmış gibi görünüyordu ancak formunu tam da yakalaması gereken zamanda yakaladı.

Genele dönecek olursak Manchester United maçından sonra bile her ne kadar rakip Akhisar'da olsa tempoyu yüksek tutmak sevindiriciydi. Rotasyon yapmak da oyuncuların moral motivasyonunu üst seviyede tutacak. Ama dua edelim de Hakan Balta'ya bir şey olmasın. Çünkü bugün görüldü ki Albert Riera, kesinlikle Hakan'ın alternatifi olabilecek defansif özelliklere sahip değil. Mevcut şartlar altında da geriye Çağlar Birinci'den başka bir isim kalmıyor. Eğer Fatih hoca Çağlar'ı rotasyonda bile düşünmeyecekse devre arasında bir sol bek transferi gelebilir belki de gelmez bu durum biraz da Avrupa kupalarındaki durumumuzla bağlantılı olarak gelişecek...

Göze hoş gelen detaylar:

Selçuk İnan'ın sahaya kaptan çıkması
Gol pozisyonlarında Hamit ve Burak'ın tercihleri



20 Eylül 2012 Perşembe

Maçın Adamı


Transfer olduğu günden bu yana eleştirilmediği tek bir gün bile olmayan Hamit Altıntop, Manchester United karşısında oynadığı futbolla herkesin beğenisini kazandı. UEFA'nın websitesinde verilen bilgilere baktığımızda da otoriteler tarafından Hamit'in kendisine verilen 8 puanla maçın adamı seçildiğini görüyoruz.

Transfer edildiğinde bu kadar çok para etmeyeceğini, Türkiye'ye yatmaya geldiğini söyleyenler acaba şimdi ne diyebilecekler?!

Hamit, dün gece Manchester karşısında oynadığı üst düzey futbolla kendisini Bayern Münih ve Real Madrid'in neden tercih ettiğini dosta düşmana gösterdi. Son iki yıldır sakatlıkların da etkisiyle istediği süreleri alamayan Hamit henüz fizik olarak da istenen seviyede değil. Bu eksikliğini de giderdiğinde Manchester United karşısında sinyalini verdiği üst düzey futbolu daha iyi seviyeye çıkaracaktır. Kağıt üzerinde gruptaki en zor maçın geride kaldığını düşünürsek de Hamit'in daha fazla parlamaması için hiçbir sebep yok.

Yenilgiden Gelen Kazanımlar

Tam 6 yıl aradan sonra tekrar Şampiyonlar Ligi'nde oynuyor olmanın verdiği heyecanın yanı sıra onbirin yarısının ilk kez Şampiyonlar Ligi'nde yer almış olmasının verdiği dezavantaj sebebiyle kaybedildi ilk maç.

Manchester United'ın tecrübesi ve Galatasaray'ın tecrübesizliği ilk 10 dakikada kendisini gösterdi ve Galatasaray ancak skor 1-0 olduktan sonra uyanabildi.

Türkiye'de alıştığımız yavaş, sıkıcı, faullerle zırt pırt duran oyunun bünyeye kattığı ağırlık Manchester United'ın hızlı akınlarında o kadar çok kendini gösterdi ki geçen sene takımı taşıyan Melo, 60'dan sonra dili dışarda gezmeye başlamışken Selçuk İnan ise Melo'nun açıklarını kapatmaya çalışmaktan hücuma bakamadı bile. Manchester United ise topu Valencia'ya verip ceza sahasına koşarak buldu bütün pozisyonlarını.

Ama tüm bunlar umutsuzluğa kapılmak için sebep olmamalı çünkü gerçekten de gelecek adına heyecanlanmak için önemli işler yapıldı sahada. Belli ki Dany-Semih ikilisinde ısrar edilirse savunma güvende olacak. Orta sahada Melo istenen fizik standardı yakaladığı an hem Selçuk'u hem takım savunmasını rahatlatacak ve böylece etrafındaki oyuncular daha güvenle hücuma çıkabilecek. Amrabat'ın ise yapması gereken çok fazla şey var. Evet Türkiye standartlarında hemen hemen her maç goller ve asistlerle istatistikleri sallayabilir ancak Şampiyonlar Ligi için seviye değil çağ atlaması gerekiyor. Kanat bekine yardım etmediği her dakika forma Emre Çolak'a biraz daha yakın olacaktır. Hamit'in günden güne artan kondisyonu bugün neredeyse zirveye ulaştı. Oynadığı oyunla da sonunda kapakları gereken yerlere gönderdi. UEFA'da kendisini maçın adamı seçerek gerekeni yaptı. Burak ise oyununu çeşitlendirip son vuruşlarını geliştirdiği anda Şampiyonlar Ligi seviyesinde bir forvete dönüşebilecektir.

Maçla ilgili gözlemlerden çıkıp genele bakacak olursak gruplar belli olduğunda ana hedef Braga'yı ve Cluj'u aşağıda tutup en az 2. olarak gruptan çıkmaktı.Bugün bu durum aynen geçerli. Cluj'un Braga'yı deplasmanda yenmesinin hiç mi hiç önemi yok. Ancak bu iki takımdan alınacak puanlarla olası bir Manchester United puan eşitliği karşımıza çıkarsa o zaman fırsatı değerlendirip gruptan lider çıkmak adına TT Arena'da Manchester'ı iki farklı yenmenin peşine düşebiliriz, düşmeliyiz. Henüz yolun başındaki bir proje olarak göreceksek Galatasaray'ı, Avrupa'ya tekrar ısınma sezonu olarak gördüğümüz bu sezonda çıtayı ne kadar yüksekte tutarsak ilerleyen sezonlarda başarının gelişi o kadar berrak olur...

19 Eylül 2012 Çarşamba

Dünyanın En Şanslı Adamı

2012-2013 Şampiyonlar Ligi sezonu daha iyi başlayamazdı. Normal şartlar altında final oynadıklarını görsek şaşırmayacağımız iki takımın finalde bile göremeyeceğimiz kalitede futbolunu izledik. 

Manchester City, her ne kadar milyar eurolarla kurulmuş bir takım olsa da henüz 7. ŞL maçını oynuyor olmasının handikaplarını yaşadı. Ayrıca aldıkları mağlubiyette teknik direktörünün de etkisi olduğunu düşünüyorum. Diğer tarafta ise lige rezil ötesi başlamış ve şimdiden Barcelona'nın 8 puan gerisine düşmüş bir Real Madrid vardı ama Real Madrid'de ŞL'nin ağa babası. 

Oyuncular ilk yarı bize klasik bir orta saha mücadelesi izlettirdiler ancak öyle bir ikinci yarı izledik ki neredeyse başımız döndü. Maçın kırılma anı ise Benzema'nın attığı gol olsa gerek. Yediği 2. golden sonra hemen cevap verebilmesi Real Madrid'in o andan itibaren galibiyet için arzusunu zirveye çıkardı ve Cristiano Ronaldo'da skoru 3-2'ye getirip son noktayı koydu. Sevinci ise görülmeye değerdi...


Bir tarafta golü atan Cristiano Ronaldo ve diğer tarafta hem yaptığı her hareketle, oyuncu değişikliği vs. Jose Mourinho'nun gol sevinci ise ancak empatiyle açıklanabilir. Diğer tarafta ise kaybeden takımın teknik direktörü Roberto Mancini var. Inter'in başına geçtiğinde şaşırmıştım, Manchester City'nin başına geçtiğinde ise artık şaşırmayı bile bıraktım. Tezim ise dünyanın en şanslı adamı olduğu yönünde. Manchester City, kendisiyle daha ne kadar devam eder bilmiyorum ama ayrıldıktan sonra ne yapar diyecek olursanız benim tahminim:



16 Eylül 2012 Pazar

Ömer'in Laneti

Tam dört maçtan sonra MP Antalyaspor'u 4-0 yendi Galatasaray. Bu dört maçın üçü berabere biterken birinde MP Antalyaspor maçı 3-0 kazanmıştı. Hal böyle olunca kimse çok iddialı sözler sarf etmedi. Yaklaşan Old Trafford deplasmanı öncesinde kuponlar da daha dikkatli yapılmıştı.

Bugün geçtiğimiz sezona daha yakın bir Galatasaray vardı. Bunda tabiki skorun maçın hemen başında elde edilmiş olmasının etkisi büyük. Ancak geçtiğimiz sezona oranla bu maçta kanatları çok daha iyi kullandı Galatasaray. En azından bu maç için bu bir gerçek. Sonuçta sağda ve solda orjini kanat olan oyuncular oynadı. Amrabat'ın becerisi Aydın'dan daha fazla olduğu için de goller hep Amrabat'ın oyunlarıyla yada onun kanadından geldi. 

Fatih Terim'in Amrabat'ta bu kadar ısrar etmesinin sebebini de bu kanat organizasyonu yetersizliğinden kaynaklanıyordu. Ülke sınırları içinde hücum organizasyonlarını tamamen merkezden kuran bir takım sonuca gitmek için yeterli olabilir ancak Avrupa'da alternatifleri olmayan bir takım hüsrana uğrayabilirdi ve bu ihtimal Amrabat transferiyle ortadan kaldırıldı. Ancak Hamit'in beklenmedik rahatsızlığı MP Antalyaspor özelinde Aydın'ı da ilk onbirde görmemize sebep oldu. Bir sezon boyunca tamamen merkez oyunculardan oluşan orta sahanın kanatlarının aniden savunma yapmayı bilmeyen oyunculardan oluşması hem göbekte oynayan Selçuk ve Melo'ya hem de arkalarında oynayan Hakan ve Eboue'ye zaman zaman zor anlar yaşattı. Bu da bizlere Amrabat'ın dengeleyicisi olarak ters kanadında bulunan oyuncunun hem merkez orta saha hem de defansif özelliklere sahip olması gerektiğini gösterdi. Bu özelliklere sahip olan Hamit'in de beklenmedik rahatsızlığı bugün Fatih Terim'in kafasındaki ''Birincil Galatasaray''a en yakın takımı izlememize engel oldu.

Herşeye rağmen yaklaşan Şampiyonlar Ligi öncesinde sonunda gol yemeden ve çok ciddi takım savunması hatası yapmadan bir 90 dakika geçirdi Galatasaray. Ve böylece belalısı MP Antalyaspor'u uzun bir aradan sonra( Son galibiyet 30.10.2010 tarihinde 2-1) yenmeyi bildi. Belkide bunda sezon öncesinde takımdan ayrılan Ömer Çatkıç'ın da etkisi vardır :).  

Gelelim asıl mevzuya. Çarşamba günü Galatasaray, bu sezon belkide en önemli sınavını verecek. Tamam rakip Manchester United olabilir. Barcelona ve Real Madrid'den sonra Avrupa'nın en iyi futbolunu oynayan takımı da olabilir ancak madem futbol bir iddia koyma meselesi o zaman:

8 Eylül 2012 Cumartesi

Oynamadan Bile Maçın Adamı


Hollanda, milli futbol takımını kurduğu günden bu yana belki de ilk kez bu kadar kötüydü. Savunma arkasına atabileceğimiz bir top, bir korner, bir serbest vuruş yada uzaktan çekilecek bir şut sayesinde gelebilecek gol veya goller bize Amsterdam'da 3 puanı getirebilirdi. Ama tüm bunları en iyi şekilde yapabilecek özelliklerdeki futbolcunuzu 90 dakika boyunca kulübede oturtursanız ne rakibinize gol atabilir ne de sahadan puanla ayrılabilirsiniz.

Oynamadan bile maçın adamı olan Selçuk İnan'ın eğer oynasaydı bu Hollanda'nın orta saha ve defansına neler yapmış olabileceğini düşünmek istemiyorum. Düşünürsem keşke derim!!!

4 Eylül 2012 Salı

Cris - Ujfalusi

UEFA Şampiyonlar Ligi için 25 kişilik kadroyu 4 Eylül saat 01:00'da açıklamak zorunda olan Galatasaray, Ujfalusi'nin sakatlanıp sahalardan 5 ay uzak kalacağının açıklanmasının ardından çilekten vazgeçip stoper arayışına girdi. 

Son dakika transferlerinden nefret ederim aynı Fatih hoca gibi. Daha geçtiğimiz sezon Arda'nın gidişiyle gelen Riera örneği gün gibi ortadayken böyle bir transfere kalkışacak zorunda olmak gerçekten üzücü oldu. Ama el mahkum. Önümüzde Şampiyonlar Ligi var, 3 tane stoperle de uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkmak sonu hüsranla bitmesi kuvvetle muhtemel bir maceradan başka birşey değil. 

Galatasaray ne yaptı? Önce K. Toure, C. Chivu gibi hem kaliteli hem de uzun soluklu kontratlar imzalanabilecek isimlere yöneldi. Tabi son saniye transferi olduğu için elinin güçlü olmaması ve adı geçen oyuncuların gerçekten kaliteli isimler olması sebebiyle bu transferlerden vazgeçilip yine Toure ve Chivu gibi tecrübeli ancak kendilerinden daha yaşlı bir isim olan Cris ile anlaşıldı.

Transferin açıklanmasıyla birlikte ise başlayan goygoya anlam vermek mümkün değil. Sanırsın bütün Türkiye Ligue 1'i her hafta takip ediyor, ellerinde Cris'in istatistikleri var. Adamı bir ölmeden mezara koymadığımız kaldı. Tomas ile anlaştığımızda yapılan goygoyun kopyası. 

Cris'in yaşlı olduğunu bende kabul ediyorum ama sakatlanmasaydı Ujfa, genç mi olacaktı? Sizin elinizde gençlik iksiri vardı da bizim mi haberimiz yoktu? Fatih hoca kendisinden en üst düzeyde verim almasını bilecektir. Kaldı ki Ujfa, sezon sonu futbolu bırakmaya niyeti olduğunu söylemişti. Yine Fatih hoca, transfer döneminde önümüzdeki sezon Çek stoperin futbolu bırakacağının sinyallerini verdiğinden, rotasyona Dany'i katmıştı. Geçiş sezonunda Dany ile Semih'i zorluk seviyesi düşük maçlarda kullanıp Ujfa'nın hedef maçlara daha hazır ve dinç bir şekilde çıkabilmesi için. Şimdi aynı uygulamayı Cris içinde yapabilir. İki oyuncu arasında performans arasından abartılacak kadar büyük bir fark olmadığını da transfermarkt istatistikleriyle de görebiliriz. 

Geçtiğimiz sezon, Tomas Ujfalusi(isme tıklayarak futbolcunun transfermarkt sayfasına erişebilirsin ancak yeni sekmede açarsan sevinirim :).) toplamda 40 maça çıkmış. Bu maçlarda toplam 3519 dakika sahada kalmış. Yuvarlak hesapla maç başı 88 dakikaya denk geliyor yani. Ancak sezonun sonlarına doğru kaptanın performansının da düşmeye başladığını hatırlamakta fayda var. Birde bazı maçlarda Semih'i santraforlarla yalnız bırakışı vardı ki artık fantastik bir şekilde bunu Semih'in gelişimi için yaptığını düşünmeye başlamıştım. Cris(Ujfalusi için yazdıklarımın aynısı Cris içinde geçerlidir.) hakkında söyleyebileceğim ise istatistiklerini yorumlamaktan başka çarem yok çünkü ne Ligue 1'i ne de Şampiyonlar Ligi'nde Lyon'u yeteri kadar izledim. Ancak yine transfermarkt hesabıyla oyuncunun geçtiğimiz sezon 28 maça çıktığını ve bu maçlarda 2512 dakika sahada kaldığını görüyoruz. Yani çıktığı maçlardaki toplam süre olan 2520 dakikanın yalnızca 8'ini kaçırmış. Aranan özelliklerden istikrarı cebe attık. 61 Şampiyonlar Ligi maçını da yanına eklediğimizde stoperde ve takım genelinde ihtiyacımız olan uluslararası tecrübeyi de cebe atmış oluyoruz. Ayrıca Brezilyalı futbolcu ciddi sakatlıklarla da pek boğuşmamış. En son 2007'de Elmander'le çarpışarak aylarca sahalardan uzak kalmış. Bunun da darbeye bağlı bir sakatlık olduğunu göz önünde bulundurursak Cris'in ciddi bir profesyonel olduğunu da söyleyebiliriz. 

Hal böyleyken futbolcu daha İstanbul'a gelmeden; bırakın maçı antremana bile çıkmamışken asıp kesmenin, Telegol kafasıyla yorum yapmanın kime ne yararı var? Sadece bekleyip görelim, eleştiriyi zamanı geldiğinde kendisinden beklenen performansı sergileyemezse yaparız. 

RİCA: Lütfen ilerleyen haftalarda maçlardan sonra Cris-Kriz temalı espriler yapmayın, yapanlara da gülmeyin!!! 

3 Eylül 2012 Pazartesi

1000. Galibiyet: Galatasaray - Bursaspor



1000. galibiyeti Bursaspor karşısında 3-2'lik skorla aldık. Yine ecel terleri dökerek. Halbuki 3-1 olduktan sonra bu iş bitti demiştik ancak bu yıl sahip olduğumuz kolay gol yeme hastalığımıza henüz ilaç bulamadığımızı bir kez daha anlamış olduk. Umarım ilacı Old Trafford öncesinde içeriz.

Tekrar maça dönelim... Bursa'ya karşı klasik oyun anlayışımız olan atak oyunla başladık ve golü bulana kadar oyunumuzdan ödün vermedik ancak golü bulur bulmaz frene bastık. Bunu en azından takım savunmasını oturtana kadar yapmamamız gerekiyor. Defoyu giderene kadar ki oyun anlayışımız golü bulduktan sonra fren yapan İtalya'ya değil, yakalayınca 15 tane atan Almanya gibi olmalı. Coşkulu oynayan bir takım olduğumuz için böyle anlarda mantıklı değil de akışına bırakarak oynamak daha doğru olacaktır. Tabiki bunu yerel maçlar için söylüyorum. Çünkü hem takım savunmamızın oturmamış olması hem de golü bulduktan sonra frene basıyor oluşumuz rakibi de cesaretlendirmemize ve akabinde kalemizde golü görmemize sebep oluyor.

Bursaspor karşısında geriden ileriye takımı değerlendirecek olursak Muslera'nın yediğimiz gollerde hatalı olduğunu söyleyemeyeceğim. Yine takım savunması ve kademe hatalarından topu ağlarımızda gördük.

Savunmada ise Semih - Dany ikilisi iyiydi. Eboue işin ofansif kısmında bugün çok başarılıydı. Hamit'le beraber oynamaya alıştıkça çok daha iyi olacaktır. Hakan Balta ise önünde Emre Çolak gibi pozisyonuna alışık olmayan bir oyuncuyla oynamanın dezavantajlarını yaşıyor. Zaten oyununu Eboue gibi ofansif olarak değil defansif olarak anlamlandırdığı için O'nu bu açıdan değerlendirmek doğru olmaz. Savunma açısından ise görevini yaptığını söylemek boynumuzun borcu.

Orta sahaya gelecek olursak Melo ve Hamit'in yükselen kondisyonuyla biraz daha toparlanmış bir görüntümüz var. Yine Melo'nun dönüşüyle doğru orantılı olarak Selçuk daha fazla ofansif sorumluluk alır hale gelmiş. Ancak Emre Çolak, Beşiktaş maçından sonra Bursaspor'a karşı beni hayal kırıklığına uğrattı. Sırf tribünden alkış alabilmek için etrafında müsait pozisyonda bulunan takım arkadaşlarına değil de gerideki bir oyuncuya topuk pası vermeye çalışması dikkatimi çeken negatif detaylardan biriydi. Ki bunu maç içinde birkaç kez denemiş olması negatif etkinin aklımda daha da fazla yer etmesine sebep oldu. 

Hücumda ise Elmander, bu performansıyla milli maçların dönüşünde formayı Burak'a kaptırabilir. Umut, bugün yine golünü attı. Burak ise oyuna girdikten sonra etkiliydi. Fırsat bulduğunda golünü de attı ve rahatladı. Yalnız oyununa henüz çeşitlilik katabilmiş değil. Sadece Selçuk, Hamit, Amrabat, Melo gibi oyuncuların önüne atacağı toplara koşu yaparak Galatasaray'ın santraforu olunmaz. O'da bunun farkında ancak istenen seviyeye gelmesi biraz zaman alacaktır. 

2 Eylül 2012 Pazar

Değeri Bu Topraklarda Anlaşılamayacak Biri

Az Alkmaar'daki yardımcı antrenörlük kariyerinden sonra Kayserispor'un teklifini kabul eden Shota Arveladze, 1.7.2010 tarihinden bu yana Kayserispor'da teknik direktörlük yapıyor. Teknik direktör şutlamanın ata sporu olduğu ülkemizde 2 yıl üst üste aynı takımda çalışmış olmak ve 3. sezona da yine aynı takımla başlayabilmek her baba yiğidin harcı değil üstelik. Neresinin süper olduğunu İsviçreli bilim adamlarının  hala araştırdığı ligimizde Shota'dan daha fazla süredir takımının başında olan hocalar ise şöyle:

Mehmet Özdilek (M.P. Antalyaspor) - 7.11.2008
Ertuğrul Sağlam (Bursaspor) - 2.1.2009
Şenol Güneş (Trabzonspor) - 4.12.2009

Bu bilgiyi paylaşmamın sebebi ise Kayserispor yönetiminin Shota'ya ciddi bir şekilde güvendiğini göstermek için bunun dışında konuyla hiçbir ilgisi yok.

Önce Ertuğrul Sağlam ve arkasından Tolunay Kafkas ile önce savunma diyen Kayserispor, Shota'nın gelişiyle birlikte farklı bir yapıya bürünmeye başladı. Zaten bu da kaçınılmazdı. Hollanda'da 6 yıl futbol oynamış ve yine aynı ülkede iki yıl yardımcı antrenörlük yapmış bir futbol adamından bahsediyoruz. Elbette bu ülkenin ekolünden etkilenecekti. Ancak o ekolü takıma monte edebilmek için gerekli yapıyı bir türlü kuramadı takımına. Ve kendisinden önceki teknik direktörlerin bıraktığı mirasları yedi iki yıl boyunca. Miras yavaş yavaş tükenirken takımda daha az savunma yapabilen bir takıma büründü. Bu da Hollanda ekolünün bir yansıması olarak kabul edilebilir. Sahaya 4-3-3 dizilen, sürekli hücumu düşünen ve eğer üst düzey değilse biraz da savunmadan ödün veren bir yapı. Tabi ülke standartlarımızda bu sistemi uygulayabilecek oyuncular mevcut değil. Shota'da bu açığı, altyapı eğitimini yurt dışında almış fakat yetiştiği ülkelerde birinci lig seviyesindeki takımlar tarafından tercih edilmeyen futbolcuları takıma katarak çözme yoluna gitti. Yanına da yine aynı şekilde kısmen Hollanda ekolünden gelen yada bu sisteme yakın yabancı futbolcular yerleştirdi. Kağıt üzerinde mantıklı ve işletilebilir bir sistem gibi görünüyor ancak işler Shota'nın istediği gibi gitmedi.

Savunma mirasını yavaş yavaş tüketen Shota'nın Kayserispor'u, işin hücum kısmında istediği etkiyi gösteremeyince 2010/2011 sezonunu 51(Tolunay Kafkas'ın son sezonu ile aynı), 2011/2012 sezonunu ise 44 puanla tamamladı. Yeni sezona ise 1 beraberlik 2 mağlubiyetle başladı ve attığı 1 gole karşılık kalesinde 5 gol gördü. Son maçı olan Akhisar Bld. Spor maçında ise ilk yarıyı neredeyse net 5-6 pozisyonla kapatan takım, maçın son dakikasında yediği golle sahadan 1-1'lik skorla ayrıldı ve sabırsız Türkiye taraftarı Shota'nın kellesini istedi.

Normalde takımların sezonun bu zamanlarında teknik direktör değişikliğine gitmelerini doğru bulmam ancak Kayserispor açısından olmasa bile Shota açısından bu değişiklik doğru bir kariyer hamlesi olabilir. Çünkü 2 senelik ısrarına baktığımızda Shota'nın 4-3-3'ten vazgeçmeyeceğini görüyoruz. Bildiğimiz bir başka şey ise 4-3-3'ün bu ülkede işlemediği. Yakın geçmişte bunu Rijkaard ve Hiddink örnekleriyle acı bir şekilde öğrendik zaten.

Futbolcu ve hakem yapısı 4-3-3'e izin vermiyor çünkü altyapımız sağlam değil. Futbolcularımızın çoğu kariyerleri boyunca doğaçlama oynuyor. Hakemlerimiz ise daha çok rugby maçı yönetiyorlar gibi kan yoksa faul de yok ekolünden geliyorlar. Tüm bunları alt alta dizince tamamen akıcı oyun, ayağa pas, pozisyon bilgisi üzerine kurulu 4-3-3 ise ülkemiz sınırları içerisinde henüz doğmadan ölmüş oluyor. Bir de zemin faktörü var ki onu da unutmayalım. Akıcı futbol için neredeyse pürüzsüz bir zemine ihtiyaç var. Ancak bizim elimizde olan ise köstebek istilasına uğramış sahalar. Yani kader ağlarını örmüş ve Shota'ya sana burada ekmek yok demiş bile.

Toparlayacak olursak ciddi bir şekilde kaliteli bir teknik direktör olduğunu düşündüğüm Shota, yanlış ata oynamış durumda. Hatasız kul olur mu? Tabiki hayır. Tecrübe dediğin şey de zaten hatalar toplamı değil mi? Edirne'nin dışında harikalar yaratan Löw'ü, Hiddink'i de görmedik mi hep beraber? Gördük. Shota'nın Kayserispor'u kısa zamanda sahada futbol oynamaktan çok kavga eden Türk takımına dönüşemeyeceğine göre Türkiye'deki günleri sayılı olabilir. Ancak yakın gelecekte Shota Arveladze ismi, değeri bu topraklarda anlaşılmayanlar arasına katılabilir.

About